8 Aralık 2013 Pazar

NEW YORK

New York Amerika Birleşik Devletlerinin en kalabalık şehri ve dünyanın en kalabalık metropolitan alanlarından New York metropolitan bölgesinin merkezidir. Şehir bir parçası olduğu New York Eyaleti ile karıştırıldığı için İngilizcede New York City veya The City Of New York olarak da anılır. Şehir; ticaret, finans, medya, sanat, moda, araştırma, teknoloji, eğitim ve eğlence sektöründe önemli katkı yaptığından dolayı küresel kent olarak anılmaktadır. Önemli bir uluslararası diplomasi merkezi olan kent, Birleşmiş milletler genel merkezinede ev sahipliği yapmaktadır ve dünyanın kültür başkenti olarak tanımlanır.Şehir, dünyanın en büyük doğal limanlarından birinin üstüne kurulmuştur. New York borough adı verilen ve her bir bölümün bir county olduğu 5 kısımdan oluşur. Bu 5 borough - the Bronx, Brooklyn, Manhattan, Queens ve Staten Island- 1898 yılında tek şehir olarak birleştirilmiştir.New York, bir göçmen kentidir. Kentte yaklaşık 170 ayrı dil konuşulmaktadır ve her üç kişiden biri ABD dışında bir ülke doğumludur. İngilizce çeşitli aksanlarla konuşulur. İngilizcenin yanı sıra İspanyolca da İngilizce kadar yoğun konuşulmaktadır. Little Italy (Küçük İtalya) semtinde İtalyanca, China Town’da (Çin mahallesi) Çince konuşulur.New York birçok Amerikan kültürel hareketinin de doğum yeridir. Edebiyat ve görsel sanatlarda Harlem Rönesansı, resimde soyut ekspresyonizm (New York Ekolü), müzikte hip hop, punk, salsa ve Tin Pan Alley bu hareketlerden bazılarıdır. 24 saat açık olan metrosu ve yoğun trafiğiyle Hiç Uyumayan Şehir adını almıştır.Özgürlük heykeli, Empire State Binası, Central Park ve Times Meydanı, Modern Sanat Müzesi, Guggenheim Müzesi ve Modern Tarih Müzeleri şehrin ilgi çekici mekanlarıdır. Gökdelenleri, caddeleri, lokantaları, alışveriş merkezleri ve insanlarıyla, New York turistleri cezbetmektedir.

Tarihçe
New York kenti 1615 yılında Hollandalılar tarafından New Amsterdam adı altında kuruldu. Kent 1664 yılında Birleşik Krallığa geçti ve New York adını aldı. 1778 yılında kent 2 yıl süreyle yeni kurulan Amerika Birleşik Devletleri'nin başkenti oldu. Başkent Washington'a taşındıktan sonra da kentin önemi büyümeye devam etti.New York'un bulunduğu yere Avrupalılar tarafından gerçekleştirilen ilk ziyaret 1524'teydi. Bu tarihte Fransız Kraliyeti donanmasında bulunan İtalyan kâşif Giovanni Verrazzano şehre Nouvelle Angoulême ("Yeni Angoulême", Angoulême Fransa'da bir şehirdir) adını verdi.[2] Daha sonra kürk ticaretine başlayan Hollandalılar tarafından Nieuw Amsterdam adı verilen şehrin Manhattan adası Amerika yerlilerinden 1626 yılında bugünün tutarıyla 1000 dolara satın alındı. 1664 yılında İngilizler tarafından fethedilen şehre York ve Albany İngiliz Dükü’ne ithafen New York adı verildi.Şehir 19. yüzyılda göç ve açılım hareketi ile dönüşüm geçirdi. Central Park 1857 yılında Amerika şehirleri arasında peyzaj mimarlığı ile yapılan ilk park olma özelliği taşıyor. 1827 yılında köleler New York’ta tutulurdu fakat 1830’lu yıllardan sonra New York köleliğin kaldırılması eylemlerinin kuzeyde merkezi oldu.1904 yılında New York şehir metrosunun açılması yeni şehrin bir araya gelmesini sağladı. New York şehri 20. yüzyılın ilk yarısında dünyanın ticaret, sanayi ve iletişim merkezi haline geldi. Elbette bu gelişmenin bir bedeli vardı. General Slocum adlı buharlı gemide çıkan yangında 1,021 yolcu, 1911 yılında meydana gelen New York şehrinin en büyük sanayi felaketi Triangle Shirtwaist fabrikası yangınında ise 146 konfeksiyon işçisi hayatını kaybetti. New York şehri 1920’li yıllardaki Büyük Göç sırasında Güney Amerika’daki Afrikalı Amerikalılar için başlıca istikametlerden biriydi. 1916 yılında New York şehri Kuzey Amerika’nın en büyük kentsel Afrikalı diasporasına sahip şehriydi. New York şehri 1920’lerde Londra’yı geride bırakarak en kalabalık şehir konumuna geldi ve Metropolitan Bölgesi 1930’ların başında nüfusu 10 milyon rakamını aşarak insanlık tarihindeki ilk mega şehir oldu.Büyük Buhran’ın zor yıllarında reformcu Fiorello La Guardia’nın New York Belediye Başkanlığına seçilmesi Tammany Hall’un 80 yıl boyunca kurduğu siyasi hakimiyete son verdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan dönen gaziler ve Avrupa’dan gelen göçmenler doğu Queens’te geniş yerleşim yerleri oluşturdular. New York savaştan burnu kanamamış bir şekilde çıktı ve Amerika Birleşik Devletleri’nın dünya üzerindeki hakim ekonomik gücünün yükselmekte olan Wall Street’i ile dünyaya yön veren bir şehir haline geldi. 1950 yılında tamamlanan Birleşmiş Milletler Genel Merkezi New York’un politika üzerindeki etkisini açık bir şekilde simgelemektedir. New York 1960’lı yıllarda ekonomik problemler, artan suç oranları ve ırklar arası gerginlik 1970’lerde zirveye ulaştı. 1980 yılında finans sektöründe meydana gelen yeniden güçlenme ile şehrin kamu maliyesi düzeldi. 1990’lı yıllarda şehirde görülen ırkçı gerginlik duruldu, suç oranları önemli ölçüde azaldı ve Asya ile Latin Amerika’dan akın akın insan New York’a göç etti.11 Eylül 2001 tarihinde kent Amerika tarihinin en büyük terör olayına tanık oldu. 11 Eylül 2001 Saldırısı olarak bilinen bu olay sırasında, kaçırdıkları uçaklarla New York'un en yüksek gökdelenleri olan Dünya Ticaret Merkezi binalarına (İkiz Kuleler) çarpan teröristler 3000'e yakın insanın ölümüne neden oldular. Fakat son yıllarda kamuoyundaki araştırma ve incelemelerin ilerlemesiyle tüm uçak çarpma olaylarının ABD derin devletince düzenlendiği iddia edilmiştir. İkiz Kulelerin olduğu bölgede Özgürlük Kulesi ve anıtı ile üç ofis kulesi inşa edilecek ve bu binaların tamamlanması 2013 yılını bulacak.Kentin önemiFinans dünyasinin kalbinin attığı Wall Street caddesi, New York'un Manhattan bölümünde yer alır. New York borsası (New York Stock Exchange) burada bulunmaktadır. Özgürlük Heykeli (Statue of Liberty) New York limanındaki küçük bir adadadır. Tiyatro ve müzikaller Broadway caddesinin etrafında toplanmıştır. John F. Kennedy Uluslararası Havaalanı dünyanın en çok yolcu trafiği taşıyan havaalanlarından biridir. Metropolitan Museum of Art, Modern Sanat Müzesi, Guggenheim Müzesi gibi müzeleri dünyanın en değerli sanat kolleksiyonlarına sahiptir. Şehrin gazetelerinden New York Times dünyanın en saygın gazetelerinden biridir. Amerika'nın üç büyük televizyon kanalı olan ABC, CBS ve NBC'nin merkezleri New York'ta yer alır.TurizmKenti yılda yaklaşık 40 milyon turist ziyaret eder. Genellikle gidilen yerler Empire State Building, Times Square, Brooklyn Köprüsü, Broadway, Metropolitan Museum of Art, MoMa, Bronx Hayvanat Bahçesi ve Madison Avenue'da bulunan alışveriş merkezleridir. Ayrıca Halloween Parade ve Tribeca Film Festivali turistlerin ve Amerikalıların ilgisini çeken kültür olaylarıdır. Central Park, ABD'nin en çok ziyaret edilen parkıdır. New York'un yemek kültürü çok geniştir. Özellikle bagel ve New York stili pizza en ünlü yiyecekleridir.[kaynak belirtilmeli] Orta Doğu yemeklerini bulmak da oldukça kolaydır.BölgelerBeş bölge: 1: Manhattan, 2: Brooklyn,3: Queens, 4: Bronx, 5: Staten IslandNew York, her birine "borough" denilen beş bölgeden oluşur. Bunlardan Manhattan kendi başına bir adadır ve şehrin merkezini oluşturur. Manhattan'dan East River (Doğu Nehri) ile ayrılan Brooklyn ve Queens bölgeleri Long Island adasının batı ucunu oluşturur. Harlem nehri, Manhattan ve Bronx bölgelerini ayırır. Bronx, bir ada üzerinde bulunmayan tek bölgedir ve Kuzey Amerika anakarası üzerindedir. Şehrin beşinci ve son bölgesi New York koyunun karşı tarafında, yine yekpare bir adadan oluşan Staten Island’dır. Manhattan, Brooklyn’e üç köprüyle (Brooklyn, Manhattan ve Williamsburg köprüleri); Queens’e bir köprü (59.uncu cadde köprüsü) ve bir tünelle (Midtown-Ortaşehir tüneli) bağlıdır. Bronx ve Manhattan arasında Harlem nehrini geçen köprüler bağlantı kurar. Manhattan’ın doğrudan bağlantısı olmayan tek bölge olan Staten Island, Brooklyn’e Verrazano asma köprüsü ile bağlanır.Bronx New York Şehrinin en kuzeyinde yer alan bölgesidir.Yankee Stadyumu ve New York Yankeeleri'nin merkezi buradadır.Ayrıca Marble Tepesi'nin küçük bir kısmı buradadır.

7 Aralık 2013 Cumartesi

SARAYBOSNA (SARAJEVO)

Saraybosna (Boşnakça: Sarajevo) 2007 yılı sayımlarına göre 619.030 kişilik nüfusuyla Bosna-Hersek’in başkenti ve en büyük kentidir. Saraybosna, ayrıca Bosna-Hersek Federasyonu'nun ve fiilî başkenti Banyaluka olan Sırp Cumhuriyeti'nin de hukukî başkentidir. Saraybosna Kantonu'nun da merkezidir. Saraybosna, Bosna bölgesinin Dinar Alpleri'yle çevrili Saraybosna Vadisi içerisinde Miljacka Nehri'nin çevresinde kurulmuştur. Şehir, barındırdığı dinî çeşitliliğiyle bilinir. Müslümanlık, Katoliklik, Ortodoksluk ve Musevîlik, burada yüzyıllar boyunca barış içinde bir arada var olagelmişlerdir. İşte bu yüzden Saraybosna, Avrupa'nın Kudüs'ü olarak kabul edilir. Saraybosna Balkanlar'daki kültürel şehirlerin en önemlilerinden biri olarak kabul görür.
Bu bölgedeki ilk yerleşim kalıntıları tarih öncesi döneme kadar uzanmasına rağmen modern şehrin ortaya çıkışı 15. yüzyılda Osmanlıların bu bölgedeki hakimiyetiyle birlikte başlar. Osmanlıların 1463'te bölgeyi ele geçirmesiyle şehirde büyük bayındırlık faaliyetleri başlar ve bunun sonucunda Saraybosna, Türklerin Avrupa'da kurduğu en büyük kent olur ve bu durum bugün de geçerlidir.Saraybosna, tarihi boyunca uluslararası önemi olan birçok olay yaşamıştır: 1914 yılında I. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olarak gösterilen Arşidük Franz Ferdinand'ın Gavrilo Princip tarafından suikasti bu kentte gerçekleşti. Bundan 70 yıl sonra 1984 Kış Olimpiyat oyunları bu kentte yapıldı. Şehir, Bosna Savaşı sırasında dünya modern savaş tarihindeki en uzun kuşatmaya mâruz kalmıştır. Bugün şehir, Bosna-Hersek'in en büyük kültürel ve ekonomik merkezi olarak savaş sonrasında kendini yenilemeye ve toparlamaya çalışmaktadır.

Coğrafya

Saraybosna, tarihî Bosna bölgesinin içinde, Avrupa'nın güneydoğusunda bulunan üçgen biçimli Bosna-Hersek topraklarının hemen hemen merkezinde kurulmuştur. Koordinatları 43°52′0″N, 18°25′0″E şeklinde olan kent Dinar Alplerinin ortasındaki Saraybosna Vadisi boyunca uzanır. Opcina adı verilen dört belediyeden oluşur. Centar (Merkez), Novi Grad (Yeni Şehir), Novo Sarajevo (Yeni Saraybosna) ve Stari Grad (Eski Şehir). Saraybosna'nın komşu belediyeleri İlidza [İlica] ve Vogošča'dır [Vogoşça]. Kuzeyde "Ozren Planina" (1.452 m), güneyde "Romanija Planina" (1.649 m) ve Jahorina (1.913 m) dağları arasında kalan Miljacka [Milyaçka] vadisinde kurulmuştur. Bu dağlar Dinar Alpleri'nin bir parçasıdır.


Tarih

Şehrin Kurulması

Şehrin bulunduğu bölgedeki yerleşim, Neolitik Çağ'a dek geri gider. Bu bölgede 19. yüzyılın sonlarında Butmir kültürü'ne ait benzer desenli seramik eşya ve çanaklar bulunmuştur.
Saraybosna bölgesi, Roma egemenliğinden önce İliryalıların egemenliğinde kalmış ve Romalılar, ancak M.S. 9 yılında uzun süren bir direnişin ardından ele geçmiştir. Romalılar döneminde Dalmaçya eyâletine bağlanan bölgede bugünkü İliđža banliyösünün bulunduğu yerde Aquae Sulphurae (Türkçesi: Kükürtlü termal su) kentini kurmuşlardır.
Roma İmparatorluğu, M.S. 395'te ikiye bölününce Batı Roma İmparatorluğu'nun parçası olan ve 420'lerde Avrupa Hunları'nın ele geçirdiği bölge, 455 yılında Ostrogotların eline geçti. 6. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Doğu Roma İmparatorluğu'nun eline geçen bölgeye 7. yüzyılın başlarında Avrupa Avarlarının egemenliğindeki Slavlar gelmeye başladı ve bölge, Avarların eline geçti.
Avarlar devletinin 805'te Franklar tarafından yıkılmasının ardından Frankların süzerenliğini tanıdı ve Doğu Romalı misyonerler tarafından bölge, tamamanen Hristiyanlaştırıldı. Önce Sırp Raşka Krallığı'nın, 863'te Hırvat Düklüğü'nün (sonradan krallık) eline geçti. 870'lerde Sırpların geri aldığı bölge, 9. yüzyılın sonlarına doğru 1. Bulgar İmparatorluğu'nun eline geçti. 927'de Bulgarlardan bağımsızlığını îlân eden Sırp Kralı Časlav Klonimirovič'in eline geçti. Çaslav'ın 950 yılında Macarlara karşı savaşırken ölmesi üzerine Bosna'daki derebeyler, Sırbistan'dan bağımsızlıklarını ilan ettiler ve Doğu Roma'nın hükümranlığını tanıdılar. Ancak bölge 998'de 1. Bulgaristan İmparatorluğu Çarı 1. Samuel'in eline geçti. Ancak Doğu Roma İmparatoru II. Basileus, 1018'de bölgeyi geri aldı. Bölgenin güneyi, 1060'larda Doğu Roma'ya bağlı hüküm süren Hırvat Kralı IV. Petar'ın eline geçti. Ancak bölge, 1082-1085 arasında Sırpların kurduğu Duklja Krallığı'nca fethedildi. 1103 yılından itibaren Bosna Sırplardan koptu ve Macaristan Krallığı'nın egemenliğini tanıyan Banların eline geçti. Ayrıca Macaristan Kralı II. Bela, 1137'de Bosna Dükü oldu. Bölge, 1163-1183 yılları arasında yeniden Doğu Roma İmparatorluğu'nun parçası oldu. Daha sonra yeniden Macaristan Krallığı'na bağlı Banlar tarafından yönetildi. 1230'lardan itibaren bölge halkının çoğu, Manicilik'ten etkilenen dualist Hristiyan tarikatı olan Bogomillik'e geçti. Bosna, 1377'ye kadar Macaristan'a bağlı banlar tarafından yönetildi. Bu târihte Bosna Banı Tvrtko Kotromanoviç (sonradan I. Tvrtko), kendini Bosna, Sırbistan ve Dalmaçya kralı ilan etti. Krallığı'nın sınırları bugünkü Karadağ'ın batısından bugünkü Hırvatistan'ın Graçaç kentinin batısına kadar uzanıyor ve bazı Dalmaçya adalarını da kapsıyordu.
1463 yılında Osmanlı Sultanı II. Mehmed, bütün Bosna'yı fethetti. Ancak Macaristan Kralı I. Matyas, Saraybosna'nın bulunduğu bölgeyi geri aldı. Ancak Osmanlılar, 1492'de bölgeyi yeniden ele geçirdiler.
Bugünkü Saraybosna'nın yerinde 14. yüzyılın başlarında Boşnak soylularının şatoları vardı. 1492 yılında burayı alan Osmanlılar, şehrin ilk çekirdeğini kurmuşlardır. Saraybosna, önemli ulaşım yolları kavşağı olması nedeniyle kısa sürede ticari ve idari merkez olmuştur.
Bölge, Osmanlılarca öncelikle Saraybosna'nın merkez olduğu Bosna Sancağı olarak Rumeli Eyâleti'ne bağlanmış, 1585 yılında 1483'te fethedilen Hersek bölgesiyle birlikte Bosna Eyâleti'ne bağlanmıştır. 1583-1686 arasında Banyaluka'nın, 1686-1851 arası Travnik'in merkez olduğu dönemler hariç hep eyaletin merkezi Saraybosna olmuştur. 1697'deki kısa süreli Venedik işgalinden zarar gören şehir, derhal onarıldı.
1878 yılına kadar Osmanlılar'a bağlı kalan şehir, bu yıl imzalanan Berlin Anlaşması'yla Avusturya-Macaristan yönetimine bırakıldı. Ancak buranın yönetimi konusunda yönetim ortakları arasında anlaşmazlık çıkınca doğrudan doğruya Viyana'dan yönetilen Bosna-Hersek'in merkezi oldu. 1918'de sonradan Yugoslavya Krallığı'na dönüşecek olan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı'na geçti ve Sırbistan'a bağlandı. 1929 yılında ülke, idari olarak banlıklara bölündüğünde, Drina Banlığı'nın merkezi oldu.
Dünya Savaşı sırasında Yugoslavya Krallığı yetersiz savunma yapıyorlardı. Alman bombalama kampanyası sonrasında, Saraybosna, 16. Motorize Piyade Bölümü tarafından 15 Nisan 1941 tarihinde yakalandı.Mihver güçleri Hırvatistan Bağımsız Devleti oluşturulmuş ve kendi ülkesinde Saraybosna dahil.

II. Dünyâ Savaşı'nda 1941-1945 arasında Nazi Almanyası'na bağlı bir kukla devlet olan Bağımsız Hırvatistan Devleti'nin işgalinde kaldı. Savaş sırasında Yugoslavya Krallığı yetersiz savunma yapıyordu. Alman uçaklarının bombalaması sonrasında, Saraybosna, 16. Motorize Piyade Bölümü tarafından 15 Nisan 1941 tarihinde teslim oldu. Şehir, 1943'ten 1944'e kadar Müttefikler tarafından bombalandı. Şehirde Yugoslav Partizan hareketi temsil edildi. Direniş, "Walter" Periç adında bir NLA Partizanı tarafından yürütüldü. Periç, 6 Nisan 1945'te şehrin kurtuluşuna liderlik ederken öldü.


Saraybosna'nın adı


Saraybosna'nın adı, Osmanlı Devleti tarafından alınmadan önce Vrhbosna' idi. Osmanlı Devleti'nde Bosna-Saray denmesinin yanı sıra "Saray Ovası" olarak da adlandırdı. Bu yüzden günümüzde pek çok dilde bu ifadenin kısa hali olarak Sarajevo' adı kullanılmaktadır. Kendi halkı da şehirlerine Sarajevo derler ki vadiye dik bakan saraydan görülen ova manzarasından esinlenerek Saray-Ova dendiği rivayet edilir.


Kültür

Saraybosna, birçok açıdan Türkiye'ye benzer. Türk kahvesi, börek, tarih, mimari, sosyal yapı gibi yönlerden Türkiye'ye yakınlığı belli olan bir şehirdir. 1984 Kış Olimpiyatları Saraybosna'da yapılmıştır. Katolik Başpsikoposluğu, Ortodoks Patrikliği ve Müslüman Cemaati Başkanlığının bulunduğu Saraybosna, aynı zamanda tıp, ticaret, müzik ve kültür kurumlarının merkezidir. Şehir, tarihsel yapıtları bakımından zengindir. Bosna-Hersek Müzesi'nde zengin arkeoloji ve etnoğrafya koleksiyonları vardır. Kaleleri ve camileriyle ünlü olan şehrin bu tarihsel yapıları, Bosna-Hersek'in diğer yerleşim birimlerinde de olduğu gibi savaş sırasında bilhassa tahrip edilmiş ve büyük zarar görmüşlerdir.


Ekonomi[değiştir | kaynağı değiştir]


Bosna-Hersek'in Gayri Safi Millî Hasılası (GSMH) 3.356.220.000 (1999) dolar olup, Saraybosna'ya düşen pay 1.264.412.000 dolardır.[kaynak belirtilmeli] Saraybosna'da kişi başına düşen GSMH ise 2.470 dolardır. Trafik ve iletişim (Saraybosna Kanton ekonomisinin toplam gelirinin %53'ü) toplam işçi sayısının %18'ini istihdam etme olanağı verir. Endüstri (Saraybosna Kanton ekonomisinin toplam gelirinin %14.8'i) toplam işçi sayısının %18,5'ini, ticaret ise (Saraybosna Kanton ekonomisinin toplam gelirinin %17,9'u) toplam işçi sayısının %19,5'ini istihdam eder.


İdari yapı[değiştir | kaynağı değiştir]


Şehir yasama yapısı "Saraybosna Kanton Meclisi" tarafından gerçekleştirilmekte olup, idari yapıları şu birimlerden oluşmaktadır;

Saraybosna Kanton Başkanı,

Saraybosna Kanton Hükümeti,

Başbakan, ve

12 bakandan oluşan Bakanlar Kurulu.

Kültürel kuruluşlar


Saraybosna'da kültürel kurumlar büyük önem arz etmektedir. Kentte; 1 opera , 6 tiyatro , 4 müze , 7 sinema , 33 kütüphane , 287 spor tesisi ve 25 fakülteli bir üniversite vardır.

Ulusal ve dini bayram, festival ve tatil günleri


Kurtuluş Günü (1 Mart), Devlet Günü (25 Kasım), Saraybosna Kış Festivali, Orchestar Festivali, Belediyede Kültür Günleri, Vovi Grad Uluslararası Halk Dansları Festivali, Başçarşı Geceleri, İki yılda bir düzenlenen Akdeniz Genç Artistler, Yaz tiyatroları "Karnemi 55" Saraybosna Film Festivali, Saraybosna Şiir Günleri, Tiyatro Festivali, MESS Uluslararası Tiyatro Festivali, Saraybosna JAZZ Festivali, SIMF - Uluslararası Müzik Festivali, Çocuk Şarkıları Festivali

İZMİR

İZMİR TARİHİ


Eski İzmir kenti (Smyrna) körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştu. Son yüzyıllar boyunca Meles Çayı'nın ve Sipylos Dağı (Yamanlar Dağı)'ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık bir tepe haline dönüştü.
Şimdi Tepekule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde Tekel Müdürlüğü'nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikası'na ait numune bağı bulunmaktadır. 1955'ten beri yoğun gecekondu bölgesi olan bu çevrede İzmir'deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen İzmir Höyüğü bulunur. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü"nün büyük katkıları olmuştur.
Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler -ki bunlar Troya Savaşlarından sonra kurulan Aiol, İon ve Dor kökenlidir- genelde küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bunlar, Çandarlı (Pitanes),Foça (Phokaia), İzmir (Smyrna), Kilizman (Klazomenai), Milet ve İasos gibi yerleşimlerdir. Bunun nedeni yerleşim yerlerini kuran ve oturan insanların daha çok Hellenli ve den olmalarıdır. Böylece yarımada yerleşikleri hem iki limana sahiptiler, hem de kara denizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler.
Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı Höyüğü körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı'nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı. Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık 3000 yıl boyunca bu yarımada üzerinde yer aldı. MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerine taşındı.

Neolitik-Tunç Çağları (MÖ 6500-1050)


En eski İzmir'in yerleşimi Bornova ilçesindeki Yeşilova Höyüğü'nde 2005 yılında yapılan kazılarda keşfedilmiş, İzmir kenti tarihinde bilinenden 3 bin yıldan daha eskiye MÖ 6500 yıllarına kadar gidilmiştir.Yeşilova buluntuları İzmir'deki ilk yerleşimin Neolitik Çağda Bornova Ovası'nda başladığını , yerleşim sayısının Kalkolitik ve Tunç Çağlar süresince artarak devam ettiğini göstermiştir.
Symrna kazılarından elde edilen bilgiler ışığında Tunç Çağ evlerini höyüğün en üst düzeyinde denizden 3 ile 5 metre yukarıdaki kayalar üzerine oturtmuşlardır. Bu yerleşme Eski Tunç Çağı dönemine aittir. Bulunan çanak ve çömlekler Troya dönemi ve kültürüyle (MÖ 3000-2500) benzerlikler göstermektedir. Birinci yerleşim tabakasının üstünde Orta Tunç Çağı dönemi yer alıyordu. Burada bulunan keramik eserler Troya II kentinde ortaya konulan sanatsal eserlerle hemen hemen özdeştir (MÖ 2500-2000). Üçüncü yerleşme katı Troya VI ve Hitit dönemi ile çağdaştır (MÖ 1800-1ü50). Bu katta elde edilen büyük ve sağlam bir vazo, Afyon ve Uşak kentlerinin güneyindeki Beyce Sultan kazılarında elde edilen kapların çeşidindendir.
Ayrıca birçok kap biçimi Orta Anadolu ile olduğu ölçüde Troya VI kap kaçağı ile de benzerlikler taşımaktadır. Bundan başka yine Troya VI'da gün ışığına çıkan `Minyas' tipi vazolar Bayraklı'da da ele geçmiş, bir de 4-5 Myken seramik parçasına rastlanmıştır. Açılan sondajlar küçük olduğundan evler hakkında geniş bilgi elde edilememiştir. Tunç Çağı'nda İzmir `de yaşayan yerli halkın dili konusunda herhangi bir fikir elde edilmesi mümkün olmamıştır. `Minyas' türü keramiğin ele geçmesi birçok Anadolu kentinde olduğu gibi, burada da 2. Binde Akalılâra (Achaioi: Myken) ait bir ticaret kolonisinin bulunduğuna ilişkin ipuçları verebilir.
Hititler Çağı'nda {M,Ö. 1800-1200) Anadolu'da yazı ve bundan ötürü o dönemde tarih çağına ulaşılmış bulunuluyordu. Ancak MÖ 1200'lerde Troya Vll ve Hitit başkenti Hattuşaş'ın Balkanlardan gelen kavimlerce yıkılmasından sonra Orta ve Batı Anadolu yeniden yazısız ve karanlık bir çağa, Demir Çağı'na girdi. Demir Çağı, Anadolu'da yazının yeniden kullanılması ile Frigya Krallığı'nda MÖ 730, geri kalan Orta ve Batı Anadolu'da ise MÖ 650 yıllarına kadar sürmüştür,
Kazılarda fazla miktarda çıkarılan keramik ürünlerden anlaşıldığına göre, Demir Çağı boyunca Eski İzmir'de Hellas'tan göç eden, Aiolller ve İonlar yaşıyordu. Yarımadada yerli halkın yaşadığına dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamıştır. Bayraklı Höyüğü'nün MÖ 1050 yıllarında kurulmaya başlayan yerleşmesinin Hellas kökenli olduğu anlaşılmaktadır.
400 yıl devam eden bu ilkel dönem boyunca başlıca beş yerleşme katı saptanmıştır. Bunlar :
I. Aiol yerleşmesi (MÖ 1050-MÖ1000)
II. Erken, Orta ve Geç Protogeometrik yerleşme (MÖ 1000-MÖ 875)
III. Erken ve Orta Geometrik yerleşme (MÖ 875- MÖ 750)
IV. Geç Geometrik yerleşme (MÖ 750-MÖ 675)
V. Subgeometrik yerleşme (MÖ 675-MÖ 650)
Söz konusu beş tabaka denizden 6,40 metre yükseklikte başlamakta ve 9,50 metrede son bularak 3 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmaktadır. Kazılarda elde edilen Aiol keramiği Submyken orijinlidir. Protogeometrik ve Geometrik stildeki kap-kaçak ise genelde Attika vazoculuğunun bir devamıdır diyebiliriz.
Demir Çağı boyunca İzmir evleri, büyüklü küçüklü tek odalı yapılardan oluşmakta idi. Gün yüzüne çıkarılan en eski ev MÖ 925 ile MÖ 900'e tarihlenmektedir. İyi korunmuş halde ortaya çıkarılan bu tek odalı evin (2,45 x 4 m.) duvarları kerpiçten, damı ise sazdan yapılmıştı. Erken Geometrik dönemden itibaren (MÖ 875'ler) bu tek odalı evler at nalı biçimli bir avlunun üç bir yanını çevirmekte idiler.
Eski İzmir'liler kentlerini MÖ 850'lerde kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu tarihten itibaren Eski İzmir'in bir kent devlet kimliği kazanmış olduğu söylenebilir. Kenti 'Basileus' adı verilen bir beyin idare ettiği olasıdır. Göçleri gerçekleştirenler ve kent ileri gelenleri soylu tabakayı oluşturuyordu. Kent duvarları içinde yaşayan nüfus olasılıkla bin kişi civarındaydı. Geç Geometrik ve Subgeometrik seramikle açıklanan dönemde (MÖ 750-650) ise yarımadanın nüfusu daha kalabalık olup belki de 1500 kişiyi aşıyordu. Kent devlete ait halkın büyük bir bölümü civar köylerde yaşıyordu. Bu köylerde, bu çağdaki Eski İzmir'in tarlaları, zeytin ağaçları, bağları, çömlekçi ve taşçı işlikleri yer alıyordu. Geçimi tarım ve balıkçılıkla sağlanıyordu.
Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı idi. Bu tapınağın günümüze değin korunan en eski kalıntısı MÖ 725-700 yılları arasına tarihlenmektedir. Daha önceki dört dönemde (MÖ 1050- 750), büyük bit olasılıkla yine Tanrıça Athena'ya tapınılıyordu, ancak o tarihlerde kadın tanrıçanın heykeli herhalde küçük bir niş (naiskos) içinde bulunuyordu. Bilindiği gibi Homeros'un destanı İlias, Aiol ve İon lehçelerinin karışık olduğu bir dille yazılmıştır. Bu nedenle dünya tarihinin bu çok önemli destansı yapıtı büyük olasılıkla bu iki lehçenin konuşulduğu sınır bölgesi olan İzmir'de oluşturulmuştur. Nitekim Hellenistik dönem İzmirlileri Homeros için 'Homeraion' adlı bir yapı inşa etmişlerdir.

Parlak Dönem (MÖ 650-545)

Eski İzmir'in parlak dönemi MÖ 650-545 yılları arasına denk düşer. Yaklaşık yüz yıl süren bu süre, bütün İyon uygarlığının en güçlü dönemini oluşturur. Bu dönemde Miletos'un liderliğinde Mısır'da, Suriye ve Lübnan'ın Batı kıyılarında, Propontis'te (Marmara Bölgesi), Pontus'ta (Karadeniz) koloniler kurulur ve Doğu Hellen dünyası kıta Yunanistan ile rekabet ederek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya başlamıştır. Bu dönemde İzmir'in tarımcılıkla yetinmeyip Akdeniz ticaretine de ortak olduğunu görmekteyiz. Bu dönem katlarında bulunan Fenike kökenli eserler, Kıbrıskökenli heykel ve heykelcikler, Ön Asya ya da Akdeniz orijinli fayans figürcükler bu uluslararası ticaretin günümüze kalmış eserleridir.
Parlak dönemin İzmir'deki önemli belirtilerinden biri MÖ 650'den beri yazının yaygınlaşmaya başlamasıdır. Kadın tanrıça Athena'ya sunulan armağanların birçoğunda sunu yazıtları bulunmaktadır. Kent halkının sayısı fazla olmasa da bir bölümü okuryazardır. Kazılarda ortaya çıkarılan Athena Tapınağı (MÖ 640-580), Doğu Hellen dünyasının en eski mimarlık eseridir. En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir'de bulunmuştur. Samos, Milet, Efes, Erythrai ve Phokaia'da çıkarılan sütun başlıkları MÖ 6. Yüzyılın ikinci yarısından (MÖ 575-550) tarihinden önce değildir. Helken sanatının en özgün mimarlık öğeleri olan Aiol ve İon türü başlıklar ile İon ve Lesbos biçimi kymationlar (yaprak ya da yumurta şekilli mimarlık süslemesi) doğuşlarını Eski Izmir de gün ışığına çıkan ve büyük ölçüde Anadolu Hitit sanatından esinlenmiş olan bu başlıklara borçludurlar
Hellen Dünyasının çok odalı ev tipinin en eski örneği Eski İzmir de bulunmuştur. Gerçekten MÖ 7. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan iki katlı, beş odalı, ön avlulu çifte megaron, Hellenlerin bugün için bilinen, bir çatı altındaki en eski çok odalı evdir. Ondan önceki Yunan evleri yan yana dizilmiş megaronlardan oluşuyordu. Eski İzmir'in cadde ve sokakları daha 7. yy'ın ikinci yarısında ızgara planlı idi, caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanıyor, evler genellikle güneye bakıyordu .
İlerde MÖ 5. yüzyılda Hippodamos tipi adını alacak olan bu kent planı özünde Yakın doğuda çoktan biliniyordu. Bayraklı şehir planı bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğidir. İon uygarlığının en eski parke döşeli yolu Eski İzmir'de gün ışığına çıkarılmıştır.
Hellen dünyasının en eski sivil mimarlık eseri Eski İzmir'de 7. Yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan güzel taş çeşmedir. Bir zamanlar Yamanlar Dağı üzerinde yükselen Tantalos mezarı, tholos biçimli anıtsal mezarların güzel bir temsilcisidir. Tantalos tümülüsünün mezar odası adı geçen çeşmenin planında idi ve onun gibi Isopata tipi adını taşıyan yapı türünde idi, yani planı dörtgendi ve üstü bindirme tekniğindeki bir tonozla örtülü bulunuyordu. Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal eser Eski İzmir'de MÖ.520-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan basileusun ya da tyranın mezarı olmalıdır.
Eski İzmir'de, çömlekçi işlikleri, arkeoloji literatüründe "Oryantalizan" ya da "Friz Stili" adı ile anılan seramik türünün güzel örneklerini üretiyor, taşçı ustaları mimarlık eserlerinden başka anıtsal boyda heykeller ve heykelcikler yontuyor ve bütün bu sanat yaratılarının bir bölümü dış pazarlara sürülüyordu.
Bilindiği gibi MÖ 6. Yüzyılın ilk yarısında o zamanki antik dünyanın kültür merkezi Batı Anadolu idi. Özellikle Milet'de tarihte ilk defa batıl inançlardan ve her çeşit din etkisinden kurtulmuş, özgür düşünceye dayalı bilimsel araştırmalar başlamıştı. Doğu dünyasının zengin bilgi ve deneyim hazinelerinden yararlanarak ve özellikle özgür düşünce yöntemiyle ThalesAnaksimenes veAnaksimandros gibi doğa filozofları' bugünkü Batı uygarlığının temellerini atmışlardı. Thales dünyada ilk defa bir doğa olayını, .Ö 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını oluşundan önce hesaplamıştır. Böylece kültür ve bilim alanında tarihin başlangıcından beri 2500 yıl boyunca Mezopotamya ve Mısır'ın elinde olan önderlik, Batı Anadolu'ya geçmiştir. Batı Anadolu bu önderliğini İranlıların Anadolu'yu işgal ettikleri 545 yılına değin korumuştur. Ancak İran işgali ile filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar Atina'ya göç edince kültür ve ilim alanındaki önderlik Atina'ya geçmiştir.
Milet, Efes, Samos gibi İzmir de 6. Yüzyılın başlarında büyük olasılıkla düşünce ve bilim alanında önde gelen kentlerden biriydi. Ancak Eski İzmir MÖ 640-545 tarihlerinde döneminin en ileri kültür merkezlerinden biri olduğu halde daha sonraları önemini yitirdiği için, çalışmalarda eskisi hızını kaybetmişti. Eski İzmir'in edebiyat, şiir, tarih, felsefe ve bilim konularında ne düzeyde olduğu hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Mimarlık konusunda ise önemli bir merkezdi.
herodot, Eski İzmir'i Lidya kralı Alyattes'in aldığından bahseder. Kazılarda da bu olay MÖ 500 sıralarına tarihlenir. Kent ve Athena tapınağı tahrip olsa da İzmirliler MÖ 590 yıllarında tapınağı tekrar inşa ederler.
Daha sonra Persler tarafından 6. Yüzyılın ortalarında ele geçirilen kent. Bu olayla birlikte parlak devrini tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Athena tapınağına hediye edilmiş hiçbir armağan bulunamaması da bu tahribatın önemli göstergelerinden birisidir.

Gerileme Dönemi (MÖ 500-300)

Athena Tapınağı MÖ 545 tarihlerinde terkedilmişse de yerleşim sürmüş, ancak bundan sonra 200 yıl kadar bir süre eski İzmir önemini ve işlevini yitirmiştir.
MÖ 5. yüzyıl boyunca küçük ancak zengin bir yerleşmenin yer aldığı Bayraklı Höyüğü MÖ 5. yüzyılın sonunda ve özellikle 4. yüzyıl süresince yoğun bir iskana sahne olmuştur. Bu dönemde, ortalarında büyük avlular olan biri 5, biri 8 ve diğeri 15 odalı olmak üzere üç ev gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların, kenti idare eden ve muhtemelen dönemlerindeki Pers etkisine uyarak yakın civardaki Larissa'da olduğu gibi, birer tyran olan beylere ait olmaları akla yakın gelmektedir. Nitekim Yamanlar Dağı'nda hala kısmen korunmuş olan ve önemli kişilerin mezarları olması gereken düzgün krepisli birkaç 4. yüzyıl tümülüsü bu düşünceyi desteklemektedir.
Söz konusu merkezi avlulu büyük üç evden başka birçoğu megarondan bozma dörtgen planlı küçük evler bulunmuştur. Bayraklı höyüğünün bütün üst düzeyinin 4. yy. boyunca evlerle kaplı olduğu söylenebilir. Öyle anlaşılıyor ki Anadolu'daki Pers işgali 4. yüzyılda gücünü yitirmiş ve İyon kentlerinin büyümesine neden olmuştur. Meydana gelen nüfus patlaması ile yüz dönümlük Bayraklı Höyüğü, İzmirlilere küçük gelmeye başladığından, MÖ 300 tarihlerinde Kadifekale (Pagos) eteklerinde yeni İzmir kenti kurulmuştur.

Hellenistik Dönem'de ve Roma İmparatorluğu yönetiminde İzmir (MÖ 333-M.S. 395)

Büyük İskender'in İssos'ta (İskenderunPers Kralı Darius'u yenmesinden (MÖ 333) ve arkasından bütün doğuyu ele geçirmesinden sonra Hellen dünyası büyük bir refah çağına erişti. Kentler nüfus patlamalarına sahne oldu. Hellenistik Dönem'de İskenderiyeRodosBergama ve Efes kentlerinden her biri 100 binin üstündeki bir nüfusa eriştiler. Küçük bir tepeciğin üzerinde kurulmuş olan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişi yaşayabiliyordu. Bu nedenle en geç MÖ 300 sıralarında Kadifekale'nin eteklerinde, yeni ve büyük bir kent kuruldu.
MÖ 323 yılında Büyük İskender'in ölümü üzerine çıkan iç savaşta İzmir (zamanın ismiyle Symrna), önce Lysimakhos'un, sonra Lysimakhos'u MÖ 281 yılında yapılan Corupedion Savaşı'nda yenen Selevkoslar'ın kralı 1. Selevkos'un eline geçti. Selevkos egemenliği MÖ 190 yılında yapılan Magnesia (bugün Manisa) Savaşı'na kadar sürdü. Selevkoslar, Romalılar'a karşı kaybettiği bu savaştan 2 yıl sonra yapılan Apameia (bugün Dinar) savaşıyla Bergama Krallığı'na verildi. Bergama'nın egemenliği, Kral 3. Attalos'un ölümüne dek sürdü ve bu tarihte Romalılar'ın eline geçti ve Asya Eyaleti'ne bağlandı.
Tarihçi Strabon, Smyrna'nın kendi zamanında yani MÖ 1. yüzyıla geçiş sırasında en güzel İyon kenti olduğunu belirtmektedir. O dönemde kentin küçük bir bölümü Kadifekale'nin Pagos'un üzerindeydi. Büyük bölüm ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmıştı. Ana tanrıçanın tapınağı ile gymnasion da bu hat üzerinde yer alıyordu. Caddeler düzdü ve tamamı büyük taşlarla düzgün bir biçimde kaplanmıştı. Aristeides, kentin doğu-batı yönünde uzanan iki ana yolunun (Kutsal yal ve Altın yol) bulunduğunu ve bu yollarla kentin , denizden gelen esinti ile serinlediğini anlatmaktadır. Strabon İzmir'de Homereion olarak adlandırılan bir stoanın varlığından söz eder (belki de bir perystil ev). Bu evin içinde Homeros'un bir heykeli bulunuyordu.
Roma Çağı'nda İzmir'de inşa edilen yapılar arasında, Kadifekale'nin (Pagos) kuzeybatı eteğindeki antik tiyatro ve batıdaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmıştır. Diğer taraftan Smyrna Agorası oldukça iyi korunmuş olup, bugün kısaca Agora olarak bilinmektedir. Agoranın ölçüsü 120x80 metre uzunluğunda geniş bir avlusu vardı. Doğusunda ve batısında birer stoası vardı. Her iki yapı 1 7,5 m. olup ikişer katlıydı. Ayrıca 28 m. uzunlukta bir bazilika da mevcuttu. MÖ 2. Yüzyılda Romalıların egemenliğine giren İzmir ikinci kez altın dönemini yaşamaya başlar. MÖ 88 yılında Pontus Kralı 6. Mithridates'in eline geçtiyse de 2 yıl sonra Romalılar şehri geri aldı.
İncil'de sözü edilen "Yedi Kilise"den bir tanesinin bulunduğu Smyrna Hıristiyanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynar. İzmir'in ilk başpiskoposu olan Aziz Polikarp havari ve İncil yazarı St. John'un ilk müridlerinden biridir. Yaklaşık M.S. 70 yılında Anadolu'da doğmuş, inancından ötürü 23 Şubat 155 tarihinde, İzmir akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalılar tarafından yakılarak ölüme mahkûm edilmiştir. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, İzmir, sonradan Bizans İmparatorluğu olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olur.

Orta Çağ

Bizans İmparatorluğu döneminde AraplarSelçuklularHaçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Kenti ilk önce Araplar [72 yılında denizden zaptedip İstanbul'a yaptıkları akınlarda bir üs olarak kullanırlar. Türkler İzmir'i ilk kez 1081'de Sulçuklu akıncılarından ve zamanla ilk Türk denizcisi olacak Çaka Bey'in komutasında ele geçirirler.[2] İzmir'den hareketle Ege Adaları ve Çanakkale Boğazı'na düzenlediği akınlarla Bizanslılara korku salan Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizanslılar kenti 1098'de geri alırlar ve şehrin kıyı tarafı 1204 yılında Rodos Şovalyeleri'nin eline geçer. 1310'da Aydınoğlu Umur Bey tüm şehri ele geçirir. 1344 yılında Cenevizliler kıyıdaki St. Peter kalesini ele geçirirler. Cenevizliler aşağı kenti kontrollerinde tutarkenAydınoğulları Beyliği yukarı kentte (Kadifekale) hakimiyet kurar.
Gavur İzmir deyimi o dönemden kalmadır ve Cenevizlilerin elinde kalan aşağı kenti tanımlamak için kullanılmıştır. 14.yüzyıl ortalarında St. Peter kalesi ve aşağı kent bu kez Rodos Şövalyeleritarafından ele geçirilir. Bu arada Osmanlı Devleti 1398'de İzmir üzerinde hakimiyet kurdu. Ankara Savaşı'nı kazanarak Osmanlı Devleti'ni mağlup etmiş olan Timur'un 1403'te bizzat komuta ettiğiMoğol ordusu kenti istila edip, St.Peter Kalesini yerle bir eder. Bu fetih Timur'un Hıristiyan güçlere karşı yapmış olduğu tek savaş olması nedeniyle ayrıca önemlidir. Osmanlı Devleti'nin toparlanmasından sonra 1422 yılında II. Murat kenti zapteder ve İzmir bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olur.

Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde İzmir; Doğu Akdeniz'in ticaret kavşağı

Osmanlı idaresinin ilk yüzyıllarında ikinci derece bir sancak olan İzmir'in İlk Osmanlı yöneticisi Karasubaşı Hasan Ağa'dır. İzmir 1605-1606 yıllarında Celali İsyanları kapsamında Arap Sait ve Kalenderoğlu ayaklanmalarına sahne olmuştur. Ancak kent, Osmanlı İmparatorluğunun 1620 yılında yabancılara tanıdığıkapitülasyonlardan sonra giderek İmparatorluğun en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelir.
1619'da Fransız, 1620'de İngiliz konsoloslukları açılır. Bu arada şehrin nüfus yapısı da değişmeye başlar. 16. yüzyıl kaynakları İzmir'de 19 cami, 18 havra ve sadece 1 Rum Ortodoks kilisesi bulunduğunu, kentin 9 mahallesinden sadece birinde Hristiyanların yaşadığını belirtmektedir. Dolayısıyla, o dönemde şehir merkezinde Müslüman-Türkler çoğunlukta, önemli ve köklü bir Musevi cemaati mevcut (Sabetay Sevi 17. yüzyılda İzmir Musevi cemaatinin içinden çıkmıştır) ve Hrıstiyan Rumlar azınlıkta olmalıdır.
Evliya Çelebi de, 1672'de İzmir'i ziyaretinde, nüfus yapısındaki değişimin ilk gözlemlerini kaydeder ve Punta (Alsancak) mahallesinde giderek artan sayıda yerli gayrimüslimlerin, Levantenlerin ve Batılı tüccarların yoğunlaştığını yazar. İzmir'de 1676'da yaklaşık 30 bin kişinin öldüğü bir veba salgını, 1742'de şehrin yarısının yandığı büyük bir yangın olur. Osmanlılarca İzmir'e paşa düzeyinde yapılan ilk atama, 1707'de yabancı tüccarlarca düzenlenen Buca ayaklanması ndan sonra 1716'da tayin edilen Köprülü Abdullah Paşa'dır.
18. yüzyıl ve 19. yüzyıl larda kent FransızİngilizHollandalı ve İtalyan tüccarların gözdesidir. Bu gelişmeye paralel olarak, eyalet merkezi (Aydın eyaleti) önce 1841'de geçici olarak, sonra da 1850'de temelli İzmir'e aktarılmıştır. Aynı yıl Sultan Abdülmecit, 1863'de de Sultan Abdülaziz İzmir'i ziyarete gelmişler, 1871'de kurulan belediyenin ilk başkanı daYenişehirlizade Ahmet Efendi olmuştur. Çokuluslu bir ticaret şehri haline gelen ve servet birikimi yaratarak metropolleşen İzmir civarında aşayişi korumak herzaman zorlu bir uğraş olmuştur. Bu bağlamda, bölgenin ünlü Rum eşkiyalarından Katırcı Yani 1853'de Buca'da yakalanabilmiş, başta Çakırcalı Mehmet Efe olmak üzere, efeler ve eşkiyalar İzmir'e özel ilgi göstermişler, çoğu kez resmi görevlilerden, yerli, levanten ve yabancı tacirlerden ve azınlıklardan oluşan çetrefil bir ilişkiler ağı içinde rol oynamışlardır.
İzmir I. Dünya Savaşından sonra 15 Mayıs 1919'da Yunan ordusu tarafından işgal edilir. Bu işgal 9 Eylül 1922 tarihinde sona erer. Ancak, İzmir 13 Eylül 1922 sabahı tarihinin belki de en büyük felaketlerinden birini yaşamaktan kurtulamaz. Basmane semtinde başlayan yangın 2.600.000 metrekarelik bir alanda 20.000'den fazla ev ve işyerini tahrip eder. Bu yangın ne yazık ki kentin geleneksel alanının dörtte üçünü tahrip etmiştir. Fakat yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte İzmir zümrütü anka kuşu gibi kendi külleri içinden yeniden doğmuştur. Yangın alanında bugünİzmir Enternasyonal Fuarı bulunmaktadır.

istanbul

İSTANBUL'UN TARİHİ

İstanbul'un tarihi 300 bin yıl önceye kadar uzanır. Küçükçekmece gölü kenarında bulunan Yarımburgaz mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik insanların yaşadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda, Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik Çağ ile Üst Paleolitik Çağ'a özgü aletlere rastlanmıştır.
M.Ö. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Ama bugünkü İstanbul'un temelleri M.Ö. 7. yüzyılda atılmıştır. M.S. 4. Yüzyılda İmparator Constantin tarafından yeniden inşa edilip, başkent yapılmış; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır.

Roma İmparatorluğunun Başkenti (324 - 395)


Bizantion Roma'nın Doğu'sunun yönetim merkezi olarak seçildi. Bu yeni konumu, kentin dünya kültürü ve siyaseti içindeki önemli rolünü de belirledi.
I. Constantinus (324-337), Romalı soyluları Bizantion'a çağırarak kentin Romalı nüfusunu artırdı. Yeni başkentin konumuna yakışır bir imar hamlesi başlatıldı. Limanlar ve su tesisleri yeniden düzenlendi. Kent içi su dağıtım sistemlerinin temelleri atıldı. Savunma için yeni bir sur yaptırıldı.
Septimus Severius'un başlattığı hipodrom inşaatı tamamlandı. 100 bin kişilik hipodromun genişliği 117, uzunluğu ise 480 metreydi. Hipodrom duvarlarının üzeri çok sayıda heykelle süslüydü. En önemlisi de at heykelleriydi. Kentin Latinler tarafından istila edilmesiyle bu at heykelleri Venedik'e, San Marco Meydanı'na taşındı. Hipodrom'daki (Sultanahmet Meydanı) imparatorluk sarayı (Sultanahmet Camisi'nin bulunduğu alan) ve anıtsal ibadethaneler, akropolis (Topkapı Sarayı'nın bulunduğu yer) yapıldı. Önceleri Nea (Yeni) Roma adı ile anılan kenti, I. Constantinus kendi adıyla özdeşleştirdi. 11 Mayıs 330 tarihinde kentin adı Constantinopolis olarak ilan edildi.
Önce Aya İrini, ardından 360 yılında da Ayasofya kiliselerini yaptıraran I. Constantinus, kenti Hırıstiyan dünyası için önemli bir merkez haline getirdi.



Bizans İmparatorluğu Dönemi (395 - 1204)


476'da Batı Roma'nın yıkılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu'na dönüşmüş ve İstanbul da, bu yeni imparatorluğun başkenti haline gelmiştir.
6. yüzyılın ortaları, Bizans İmparatorluğu ve İstanbul için yeni bir yükseliş döneminin başlangıcıdır. İmparator I. Jüstinyen yönetimindeki bu dönemde daha önce tahrip edilmiş olan Ayasofya bugünkü haliyle yeniden inşa edilmiş, 543'lerde kentte görülen ve nüfusun yarısının ölümüne sebep olan veba salgınının izleri silinmiştir.
7, 8 ve 9. Yüzyıllar İstanbul için kuşatılma yılları oldu. Yedinci yüzyılda Sasaniler ve Avarlar'ın saldırısına uğrayan kenti, sekizinci yüzyılda Bulgarlar ve Müslüman Araplar dokuzuncu yüzyılda ise Ruslar ve Bulgarlar kuşattılar.

Latin İstilası (1204 - 1261)


İstanbul, Haçlılarla ilk olarak 1096’da tanıştı. İmparaator Aleksios 1071’de Malazgirt’te kaybedilen toprakları alabileceğini umarak bu ilk Haçlıların gelmesine sevindi. Sözde, Müslümanlardan alınan topraklar Bizans’a verilecek, Bizans da Haçlıları destekleyecekti. Ama Haçlılar buna uymadılar ve 1099’da Kudüs Latin Krallığı’nı kurdular. İstanbul halkı Haçlıları hiç sevmedi ve sürekli tepki gösterdi. Bu arada Haçlı seferleri devam etti ve dördüncü sefer, İstanbul’un işgali ve paylaşılması ile sonuçlandı.
O dönemde Bizans’ta bir taht kavgası yaşanmaktaydı. Bunu fırsat bilen Haçlılar, Venedikliler’in de yardımıyla Haliç’e girdiler. Saldırı 9 Nisan’da başladı ve 13 Nisan 1204’de şehir ele geçirildi. Üç gün boyunca benzeri görülmemiş bir barbarlıkla İstanbul yağmalandı ve insanlar katledildi. Ayasofya’da dahil olmak üzere bütün anıtsal yapılar tahrip edildi, yüzlerce yıllık yazma kitaplar yakıldı. Birçok değerli Bizans eseri Avrupa’ya taşındı. Bu üç günün sonunda yağma düzenli hale getirildi ve Bizans, Haçlılarla Venedikliler arasında paylaşılarak bir Latin İmparatorluğu kuruldu.
Bu dönemden sonra İstanbul sürekli küçülmeye ve fakirleşmeye başladı. Şehrin soylu ve zenginleri İznik’e göç etti. Latin İmparatorluğu sadece İstanbul ve yöresinde egemenlik kurabildi. İznik (Nikia), Trabzon ve Yunanistan’daki Epiros’ta bir Bizans muhalefeti gelişti. 1254 yılına gelindiğinde Latin İmparatorluğu çepeçevre kuşatılmıştı. Bu esnada İstanbul çok fakirleşmiş, hatta Latin İmparatoru II. Baudouin ısınmak için sarayının ahşap bölümlerini yakacak olarak kullanmaya başlamıştı. Nihayet 1261 yılında Palailogos Hanedanı İstanbul’u tekrar ele geçirdi ve böylece İstanbul’daki Latin dönemi sona erdi.

İkinci Bizans Dönemi (1261 - 1453)

İstanbul’da ikinci Bizans Dönemi, Palailogos Hanedanı’nın 1261 yılında İstanbul’u Latinlerden geri almasıyla başlar. Ama bu dönem boyunca, İstanbul eski önem ve özelliğini bir daha kazanamayacaktır. Latinler tarafından bütün zenginlikleri talan edilen kent, bu süreç içerisinde bir ticaret merkezi olma vasfını da tamamen kaybetmişti. Bu durumun olumsuz etkileri İkinci Bizans Dönemi boyunca devam edecek ve bütün ticari üstünlüklerini tamamıyla Galata’ya kaptıran İstanbul, etrafı surlarla çevrili bir tarım kenti haline dönüşecektir. Bu dönem boyunca elde ettiği imtiyazlar sayesinde, Galata İstanbul’dan daha önemli bir kent haline gelmiştir.
İkinci Bizans Dönemi’nde İstanbul için olumlu bir gelişme, mezhep çatışmalarının durulmasıdır. Bu dönem içerisinde İstanbul tartışmasız bir biçimde Ortodoks Hıristiyanlığı’nın merkezi durumuna gelmiş, yine bu dönemde Bizans sanatı en olgun dönemini yaşamıştır. O yıllarda Kariye (Khore) Kilisesi’ne yapılan mozaikler Bizans sanatının zirvesi olarak kabul edilmektedir.
İkinci Bizans Dönemi aynı zamanda, İstanbul’un Osmanlılar tarafından gittikçe daralan bir çembere alınması ve yavaş yavaş fethedilmesi sürecidir. Bizans 1373’ten itibaren İstanbul Osmanlı’ya haraç ödemeye başladı. 1393 yılında Sultan Yıldırım Beyazıd, 1422’de Sultan II. Murad İstanbul’u kuşattı, ama başarılı olamadılar. Orhan Gazi’den itibaren Boğaz’ın Anadolu yakası Osmanlı’nın eline geçti. Aynı şekilde, 15. yüzyılda bir kaç önemsiz kasaba hariç bütün Trakya da fethedilmiş bulunuyordu.
Bu nedenle 15. yüzyılda Bizans İmparatorları Katolik Roma’dan sürekli yardım taleplerinde bulunmak zorunda kaldılar. Fakat Papalık, otoritesi altında birleşmesini şart koşuyordu. Bizans 1452'de bu talebe boyun eğmek zorunda kaldı. Bu birleşmenin İstanbul’da Ayasofya’da kutlanmak istenmesi çok sert tepkilere ve protestolara neden oldu. 1453 Mayıs’ında İstanbul’un fethedilmesiyle Bizans İmparatorluğu tarihe karıştı. Fakat İstanbul için yeni ve parlak bir dönem başlıyordu.




İstanbul`un Fethi


Fetih öncesinde Bizans güçlü bir imparatorluk olmaktan çıkmıştı. İmparatorluk Konstantinopolis şehriyle sınırlı hale gelmişti, toprakları Konstantinopolis’ten başka Marmara kıyısındaki Silivri Kalesi, Vize ve Misivri gibi küçük kasabalardan ibaretti. Buralar da Osmanlılar tarafından çepeçevre kuşatılmıştı. Surdışındaki küçük Bizans kasabalarının Osmanlı sınırlarına katılmamış olması ise direnmelerinden değil, buraların çok ciddiye alınmamasından ve hedefin önce Konstantinopolis olmasındandı. Kaldı ki son kuşatmaların başarısız olmasının sebebi ordu değil, daha çok Osmanlı’nın iç sorunlarıydı.
Bizans’ın gücü bu dönemde bir imparatorluk gücü değildi. Bizans imparatorları da artık Osmanlılara itaatini sunmuş ve her yıl düzenli haraç ödemeyi kabul etmişlerdi. Osmanlılar için artık karşılarında Bizans İmparatorları yerine kendilerine haraç veren küçük Tekfurlar vardı. Konstantinopolis de bir imparatorluk başkentinden ziyade dini bir merkezdi. Hıristiyan dünyasının İslam dinine ve Müslüman ordulara karşı en son ve en güçlü kalesiydi ve kesinlikle düşmemeliydi. Bu yüzden Papa önderliğinde bu kaleyi korumak için yeni Haçlı Seferleri örgütleniyordu.
Bu dönemde Osmanlı akınlarından ve kuşatmalarından bunalan Bizans’ın önemli sorunu, Hıristiyan dünyasındaki örgütlenmenin Ortodoks ve Katolik olarak ikiye ayrılmış olmasıydı. Bu ayrılık Hıristiyan Avrupa’nın Ortodoks Bizans’ı yeterince kollayamaması anlamına geliyordu. Bu ikiliği gidermek için çaresizlik içinde çırpınan İmparator ve Patrik, 1439’da Floransa Konsili’nde Katolik Kilisesi’ne boyun eğdi. Rum Ortodoks Kilisesi de Katolik Kilisesi’ne boyun eğdi. Rum Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi kavgasında zoraki de olsa bir ittifak dönemi başladı. Böylece yüzyıllardır süren Ortodoks-Katolik çatışması, Osmanlı’nın baskısıyla kısa süreli de olsa donduruldu. Ancak bu anlaşma Konstantinopolis halkı tarafından hiç de hoş karşılanmadı ve Ayasofya’daki resmi kutlama törenleri halkın sert protestolarıyla karşılaştı. Bizans halkı Konstantinopolis’te Avrupalıyı görmek istemiyor, yeni bir Latin dönemi yaşamaktan korkuyordu.
Floransa Konsili’nde sağlanan birleşmeden sonra kurulan güçlü Haçlı Ordusu, Rumeli’yi 1443 ve 1444’de istila etti. Fakat 1444’de Osmanlı’nın kazandığı Varna Zaferi ile Haçlıların önünü kesti. Bu son savaş Konstantinopolis’in alınyazısını belirledi. Osmanlı’nın Anadolu’ya ve Rumeli’ye yayılan genç İmparatorluğu için Konstantinopolis’i fethetmek artık tersi düşünülemez bir mecburiyetti. İmparatorluk topraklarının tam kalbindeki bu yabancı unsur ortadan kaldırılmalıydı. Çünkü Anadolu’nun ve Rumeli’nin gerçek anlamda birbirine bağlanması Konstantinopolis’in fethiyle mümkündü.
İstanbul’un fetih hazırlıkları bir yıl önceden başlatıldı. Kuşatma için gerekli olan çok büyük toplar döktürüldü. 1452 yılında Boğaz'ın kontrolünü sağlamak için Rumeli Hisarı inşa edildi. 16 kadırgadan oluşan güçlü bir donanma oluşturuldu. Asker sayısı iki kat arttırıldı. Bizans’ın yardım almasını engellemek için yardım yolları kontrol altına alındı. Cenevizlilerin elinde bulunan Galata’nın da savaş esnasında tarafsız kalması sağlandı. 2 Nisan 1453 tarihinde ilk Osmanlı öncü kuvvetleri İstanbul önlerinde görüldü. Böylece kuşatma başladı.


İSTANBULUN İLÇELERİ
İstanbul'un 39 ilçesi hakkında öğrenmek istediğinzi her şey burada: Adalar, Arnavutköy, Ataşehir, Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Başakşehir, Bayrampaşa, Beşiktaş, Beylikdüzü, Beyoğlu, Büyükçekmece, Beykoz, Çatalca, Çekmeköy, Esenler, Esenyurt, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Güngören, Kadıköy, Kağıthane, Kartal, Küçükçekmece, Maltepe, Pendik, Sancaktepe, Sarıyer, Silivri, Sultanbeyli, Sultangazi, Şile, Şişli, Tuzla, Ümraniye, Üsküdar, Zeytinburnu


AYASOFYA CAMİİ

Dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Ayasofya Camii, mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden yegâne uygulama olarak görülür. Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünü olarak değerlendirilir.
Ayasofya, inşa edildiği tarihten bu yana 916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak hizmet verdi. Son olarak Ayasofya, 1935`te müzeye dönüştürüldü.
Bizans tarihçileri Theophanes, Nikephoros ve Gramerci Leon ilk Ayasofya`nın İmparator I. Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığını ileri sürer. O zamanlar bazilika planlı, ahşap çatılı bir yapıya sahip olan Ayasofya, bir ayaklanma sonunda yandı ve imparator II. Theodosius, Ayasofya`yı ikinci defa yaptırılarak 415 tarihinde ibadete açtı. Ancak 532`de Nika ihtilali sırasında bir kez daha yanan Ayasofya İmparator Justinianus (527-565) tarafından üçüncü kez inşa edildi. Çağın ünlü mimarlarından Miletos`lu İsidoros ve Tralles`li Anthemios`da günümüze ulaşan Ayasofya`yı yaparken de anadolu`nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşları kullandı.
Ayasofya`nın 532`de başlandı ve 27 Aralık 537`de tamamlandı. Mimari yönden incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân (nef), apsis, iç ve dış nartekslerden meydana gelir. İç mekân, 100 x 70 m. Ölçüsünde olup, üzeri dört büyük ayağın taşıdığı 55 m. Yüksekliğinde, 30.31 m. Çapında kubbe ile örtüldü.
Ayasofya`nın mimarisinin yanı sıra mozaikleri de büyük önem taşır. En eski mozaikler iç narteks ve yan neflerde altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olan mozaiktir figürlü mozaikler IX.-XII. Yüzyıllarda yapılırken, bunlar imparator kapısı üzerinde, apsiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat galeride görülür.
Ayasofya İstanbul`un fethi ile birlikte başlayan türk döneminde çeşitli onarımlar gördü. Mihrap evresi, türk çini sanatı ve türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerirken, kubbedeki ünlü türk hattatı kazasker mustafa izzet efendi`nin kuran`dan alınma bir suresi ile 7.50 m. Çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanıdır. Bu levhalarda, Allâh, muhammed, ömer, osman, ali, hasan, ebu bekir, hüseyin`in isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar yer alır.
Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmet, Sultan III. Murat ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I. Mahmut`un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid`in hünkâr mahfeli, muvakkithanesi Ayasofya`daki Türk çağı örnekleri olup türbeler, iç donanımı, çinileri ve mimarisiyle klasik osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini oluşturur.